Mehmet Efe: Bu devlet daha ne yapsın ulan?

“Devlet, soğukkanlı canavarların en soğukkanlısıdır. Kılı kıpırdamadan yalan söyler ve ağzından düşürmediği yalan şudur: Ben devletim, halkın kendisiyim.” —Nietzsche

Devlet milletin örgütlü iradesiymiş, bu devlet asırlardır sadece örgütlü oldu.

Bu devlet, miadını dolduran ‘ebed-müddet’in son havliydi. Ama istiklal için son fidanlarımızı biçen şarapnellerin kan emzirdiği ana yurda çöken kurtarıcıların örgütüne dönüştü bu devlet. ‘Çarıklı Erkân-ı Harp’ ve onların komplekslerini güden yersizler düzeninin, yerlilere karşı örgütlediği bir devlet oldu.

İtiraz edenleri İstiklal Mahkemelerinde asarak başladı ve öyle devam etti yoluna. Şapka giydirmek için öldürdü; eğitimde üniterlik için, tek dil için, ‘ıslah’ etmek için öldürdü; Koçgiri’den başlayarak, “kökünden kazımak” devlet geleneğini inşa etti. Ermeniyi, Kürdü, Rumu, Aleviyi, Şafiyi, Adige’yi, Solcuyu, Sağcıyı, İslamcıyı vurdu. Bu devlet, bu ülkede, takvimin her gününü bir katliamla işaretledi.

Bu devlet Milli Şef devleti, asker devleti, yargı devleti, polis devleti oldu, ama cumhurun devleti olamadı.

Devletin dini olmaz dedi bu devlet. Ama hem dini, hem ideolojisi oldu. Buyurdu ve dayattı. Devletin dini ve ideolojisi dışında hiçbir dine, yoruma, ideolojik yönelime geçit vermemek üzere inşa etti devamlılığını. Anayasası, süzgeçten geçirdiği muktedirlerin keyfi için biçilmiş kaftan oldu. Hem ‘inkılapçı’dır bu devlet, hem milliyetçi; hem halkçıdır, hem devletçi; hem bağımsızdır, hem güçlünün müttefiki; her an bunlardan herhangi biri veya aynı anda hepsidir. Zengine milliyetçidir, yoksula Cumhuriyetçi; Yozgat’ta halkçıdır, Diyarbakır’da devletçi; Cihangir’de Müslüman’dır, Konya’da laik, Malatya’da putperest…

Atananlar da seçilenler de hukukun üstünlüğüne ant içti ama ilan ettiği hukuk hiçbir zaman devletten üstün olamadı.

Bu devletin yönetim kültürü, becerikli hainler sofrası; refleksi, dış güçlere karşı güçlünün taşeronu, kendi halkına karşı da, kükreyen ‘tunç bir el’ oldu. Dersim’de veya savunmasız halkın kanıyla kızıl akan Zilan deresinde bu devletin gösterdiği refleks, Roboski’deki aynı reflekstir. Edirne’den Kars’a bir toplu mezarlar haritasıdır bu ülke.

Bu devlet, on yılda bin vatandaşını; kimini gözaltında kaybettiğini, kimini yargısız infazla katlettiğini resmen; yıllardır her hafta Taksim’de toplanıp çocuklarının kemiklerini isteyen ‘Cumartesi Anneleri’nin gözlerine baka baka, pişkin pişkin kabul etmiştir. Binlerce cinayeti “zaman aşımına uğramıştır”.

Bu devlet bedel ödemez, ödetir. Her hayat teri damlası, devletin üst düzeylerine, ortaklarına ve uzantılarına konfor olarak geri dönerken; devleti sorgulamanın görüntüsüne bile linç, cop, işkence, aşağılama, kurşun, tazyikli su ve biber gazı olarak geri döner. 11 Eylül 1980 günü tüm ülkeyi kavuran ateş, 13 Eylül sabahı ‘şıp’ diye kesiliverir. Huzur ve güven ortamı, bu devlet için, devletin halkı tam teslim almasından başka bir şey değildir.

Devletin halka yabancılığını yazma cür’etini göstermiş Şeyhmus Durgun gibi yazarların, silahlı örgütlere verilen cezanın iki katı hapis cezalarını bile doldurmalarına, ‘hayata dönüş’lerine izin verilmez. Ülkücü iken Hüseyin’in başını okşar; sonra cezaevinde, sabah namazında, başına vurduğu coplarla katleder. Erdal’ı asmak için yaşını büyütür, gözaltında döverek öldürdüğü Metin duvardan düşer. 14 yaşındaki çocuğa müebbet verir ya da vurup terörist der. Çaresiz anneleri yuhalatır. Maliyetleri düşürmek için canlı canlı gömdüğü işçilerin katli kaderdir ve işine gelmeyen her şey fıtrata terstir.

“Küçük Adam”lar piramididir devlet. “Yetki ve salahiyeti” sınırlanamaz. Bir alttaki, bir üsttekinin günah keçisidir. Herkes devletin borçlusudur.

Bu devlet sevmeyi değil ama ödüllendirmeyi iyi bilir. Aklamakta mahir ve kıvrak aydınları, düğmeye basıldığında bir düzine dış düşman sıralayabilen yarı otomatik şarlatanları sıvazlar ve sofrasını, halka yabancılaştığı ölçüde ödüllendirilen devlet sanatçıları süsler.

Devlet düşman ister, tehdit ister, kurban ister. Haini ve olağanüstü hali bitmez.

Devleti değiştirme potansiyeli taşıyanlar iktidar istemeli; kirletilmeli, çelişkiye zorlanmalı; haksız kılınmalı, eli kana bulandırılmalıdır. Kaygan ve yapışkandır kan. Kafalarını ezmek için küçük kalmaları şarttır. Patlayan ilk molotof, toplumsallaşma eğilimindeki iradeyi vuracak son kurşunun habercisidir. Devleti değiştirmek isteyenler, zafer için her yolu mübah gördükleri gün, son zafer işareti hep bu devletin olur.

‘Gerici-Faşist güçler, yobazlar, türbanlı örümcek kafalılar, dinciler, bidon kafalı cahiller, magandalar, makarnacılar’la savaşan solcuları olur ki “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” bir şiir olarak kalsın.

‘İbneler, Çinciler, Moskof, Ermeni dölleri, Rum tohumları’yla savaşan kurtları olur, ‘gök girer, kızıl çıkar’ ama sonunda, “bir kemiğin ardında saatlerce yol giden / itler bile gülecektir kimsesizliklerine” o kurtların.

‘Çapulcular, Baasçılar, Kemalistler, Ulusalcılar, Beyaz Türkler, Safevi münafıklar, Vahhabi İngiliz uşakları; Türkçü, Kürtçü, Arapçı, Çerkezci, Arnavutçu, Ermenici, Azerici şovenistler; kripto, dönme millet düşmanları; darbeciler; alman ajanı mezhepçiler; din düşmanı sol maskeli müşrikler; liberal maskeli Batı borazanları; yabancı devlet ajanları; küresel örgütlerin şubesi oligarşik sermaye ve Yahudi uşakları’yla savaşan; eline telsiz verilsin diye bin renge girmeye hazır olan sözde İslamcılar bulur devlet. “Kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan yana” ilkesi, linç edilecek bir derneğin ‘motto’su olarak kalır. Haşa, Allah ise partimize çalışmaya devam etmektedir zaten.

Aslolan hep güç, iktidar ve hiyerarşidir. Dava ortaklık değil, egemenlik davasıdır. Cemaat, dernek, vakıf, birlik veya örgütte farklı davrananlar, davanın selameti için haindir. Kalan sağlar ya vazgeçmeli ya da devletin sofrasına oturmak istemelidir. Sofraya oturma imtiyazını elde edenler, ideolojileri ne olursa olsun, imtiyazlarını Batılılar gibi yaşamak yönünde kullanır.

Bu devlet, tecavüzcü bir namus bekçisidir. Koskoca ordusunun içinden beş ayrı çavuşun bir araya gelip topluca ve defalarca bir çocuğun ırzına geçmeleri, Milli Eğitiminin bir başarısıdır. Pozantı cezaevinde çocuklara yapılan sistematik tecavüzü ortaya çıkaran gazeteci, “devletin mahremiyetini deşifre etmek”ten tutuklanır, cezaevi müdürleri terfi eder. Tecavüzcüler iyi hal indirimi alır, çünkü devlet huzurundaki halleri, çocukları düşürdükleri halden daha önemlidir.

Bu devlet için, bayrak da devletin kendisidir, vatan da. Sosyopat bir babadır bu devlet. Hem geçmişi inkar eder, hem ‘şanlı tarih’le övünür. “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller” ister ve hür olduğunu sanan her taze fidanı, ‘devlet dersinde öldürür’. Sağ kalanları ise ‘yaşken eğdirmiştir’ önünde ve bu işi, her ‘on yılda on beş milyon’ omurgasız yaratabilecek kadar iyi bilir.

Devletin ideolojisine ters ‘kesimler’in en büyüğü olan Kürtleri haşa, Allah, devletin oyun sahası için yaratmış gibidir. Kürtler adına 30 yıl devlete misilleme yaparken bir küçük devlete dönüşen örgüt için, “Allah bunlara fırsat vermesin ama eksikliğini de göstermesin” noktasına gelmiş Kürtlerin, 13 yıl millet iradesi sloganıyla hükmedenlere azıcık inanıp da sandıkta irade değiştirmeleri, oyun-bozanlık olur.

Bu devlet derindir. “Kimliği belirsiz kişiler”i çok; oyuncu sıkıntısı yoktur. Solcuların da ülkücülerin de kahvelerini tarayan silahların aynı silahlar olduğu ortaya çıktığında, Cheshire Kedisi gibi sırıtmakla yetinir devlet. Cürümleri hep yanına kar kalmış, kolları hayatın her alanına erişen mücrim bir ahtapot cumhuriyetidir bu devlet. İsyana teşvik eden de, asilere işkence eden de, varoşlara cephaneler gömen de, devlete tapan gençlik tarikatları kuran da, emekli generalleri meclise sokmaya çalışan da aynı ahtapotun vantuzlarıdır.

Maskesi çoktur bu devletin. Yüzleşmez. Ya imha eder, ya teslim alır. Teslim tutmak istediği milletin kendisidir, devlete her zaman lazım olan asiler değil.

Devletin bekası bir kondisyon işidir. Asilerin küçük devleti gerilla sıkıntısı çekmesin istiyor devlet. Gerilla kızın cansız bedenini çırılçıplak soyup sokaklarda gezdiriyor. 52 işçiyi bağlayıp kesimhane hayvanları gibi yan yana yüzükoyun yere yatırıyor ve “Ne yaptı lan size bu devlet?” diye kükreyip kaydediyor.

“Herkes yere baksın” diyor, “bakma lan bana!” Devletin malı devlete bakmaz, devlet malının duyguları, onuru olmaz. “Hepiniz” diyor; “devletin gücü” de demiyor; “Türkün gücünü göreceksiniz!” Ne yaptı lan bu devlet size? Ne yapmadı? Devlet nelere kadir unuttunuz mu? Hatırlamaya başlayın. Herkes yere baksın, dışkının tadını hatırlasın, kan kokusu alsın, herkes önümde yere baksın! Tabutlara, tutuklanıp dönmeyenlerin resimlerine, ölü ele geçirilmiş cansız körpe çocuklara sarılıp yere bakın ve şükredin. Yukarı bakmayın. Yukarı size ait değil. Olmayacak.

Devlet tanrı olmak ister, heykel ister, özel güvenlik alanları, girilmez bölgeler ister, saray ister. Bu devlet her şeyi istiyor.

Egemenlik, bakılamadan bakmaktır, biliyor. Görülmeden görmek, izlemek istiyor. Haksız olduğunu iyi biliyor çünkü; haktan almadığı şeyi, haksızlığını, halktan gasp ettiği gücüyle örtmek istiyor. Öfkenin haklısından korkuyor. Gözlerinin içine bakamıyor. Cesetleri sürükleyecek Tomalar istiyor, kar maskeleri, seri numarası silinmiş miğferler. Halkından korkuyor bu devlet, en çok Kürtlerden korkuyor. Kürt çocukları mahalle arasında sıkıştırdıkları akrep araçların neden hemen şöförünü görmek isterler, anlıyor.

Bakmaz ve görmezsek, ilelebet payidar olacak. Herkes devlete baksın. Görerek baksın. Devletin kondisyonu kursağında kalana, devlet milletin olana dek. Bu devlet var ya bu devlet çünkü, yerin dibine batsın. Böyle devlete devlet diyen, sefalete doymasın.

Not: Ot Dergi Eylül 2015 sayısında yayınlanmıştı.